İçi Dışı

19 Ekim 2011 Çarşamba

Saat "2:37"

Gaykedi sağolsun dün gece bu film ile tanışma fırsatım oldu, ismi 2:37. Avustralya'da sıradan bir lisede, sıradan sayılabilecek lise öğrencileri arasında geçen bir hikayeye sahip. Gus Van Sant'ı ve Elephant filmine adeta bir saygı duruşunda bulunan yapım, 2006 yılında henüz 21 yaşında olan, 1984 doğumlu Murali K. Thalluri adlı gencin ilk filmi. Bir ilk film olarak Cannes'da yaklaşık olarak 17 dakika boyunca ayakta alkışlanmış bir film var karşımızda.

2:37 hem ekstrem sorunları olan gençlere göz atıyor hem de bu gençleri bir belgesel filmiymişcesine konuşturuyor. Siyah beyaz sekanslarda öğrenciler genellikle kendilerinden ve sorunlarından bahsediyor. Eşcinsel olduğu için aşağılanan ve bir mikrop gözü ile bakılan aşık bir çocuk, aptal ama güçlü imajı çeken ve kendine özel bir sırrı saklayan bir futbolcu genç, ona aşık ve evlenme planları yapan sevgilisi, rahatsıızlığı yüzünden hem topal hem de altına kaçıran lakin tüm küçük görmelere rağmen son üç ay için, uzun geçecek bir üç ay, sabreden İngiliz, ailesi sadece abisi ile ilgilenen bir kız, ailesinin göz bebeği ve geleceğin avukat adayı, hırslı ve mükemmellik kompleksli bir başka liseli, etrafına yardım etmek isteyen, arada kaybolan bir başka genç kız.



Film sömürüsünü yapabileceği homofobi, ensest ilişki, tecavüz, duygusal sömürü, ailelerin anlamamazlığı gibi pek çok başlığı inceliyor ancak bir kez bile çıtayı, seviyesini düşürmüyor. Söyleyeceklerini yalın ve sakin bir biçimde, oldukça akıcı ve ilgi çekici bir kurgu ile anlatıyor ve beklenmedik vuruşlar ile sizi şaşırtmayı başarıyor. Klişelerden hem uzak duruyor hem de bu klişelerin üzerinden giderek, genç neslin ne kadar karanlık ve depresif olduğunu gösterirken, kendi sorunları yüzünden ne kadar "bencilleşebilineceğini" yüzümüze vuruyor.

Az çok hepimiz lise de birilerinden bir şeyler çekmişizdir. Bazılarımız çok çekmiş, aşağlanmış, icabında alay konusu olmuş, bazılarımız sorunları ile ilgi odağı olmaya çalışmış, bazılarımız ise "görülmeyen" rolüne layık görülmüştür. Bu film, 2:37 finaline kadar karanlığın içinde kaybolmuş ve ümitsiz genç jenerasyon için çeşitli okumalar sunarken, finaline ismini de aldığı "görülmeyen"lere sağlam bir selam duruyor.

Elephant kadar güçlü, sade, akıcı, belki de en mühimi sömürüye düşmeden söyleyeceklerini kendince dillendiren hem naif hem de çok sert bir film 2:37! Ne yapın, ne edin, bu filmi bir şekilde edinin ve izleyin. Görülmeyenlerin alkışlara neden layık olduğunu anlayacaksınız. Aslında Görülmeyenler'i "görmeye" başlasak da alkışa gerek kalmasa....

Kubbe Çökmeden Evvel

Koca bir mevsiminden ve ağır olaylardan sonra rahatlamış bir şekilde geri dönüyorum yeni yetme blog girişimime. Hatırlarsanız -ki hatırlamıyorsanız sadece sayfayı aşağı kaydırmanız kafi- yazın başında büyük bir merak ile Under The Dome - Kubbe'nin Altında'yı okumaya başlamış, heyecanımı buradan paylaşmıştım. Kitabı bitireli çok oluyor ancak buraya yazma fırsatını şimdi buluyorum.

Kubbe'nin Altında' da Amerika'nın meşhur Maine'inde bir kasabada yaşanan kaosa tanık oluyoruz. Bir sabah koca kasaba, görünmez bir kubbe ile kaplanmış olarak bulunur. Dışarıya çıkış yoktur, dışarda olanlar içeriye giremez. Bir parça klişe gibi gelse de King, bu sefer eleştirel dozunu iyice yükseltmiş! Karşımıza her biri sorunlu, yaraları olan, en mühimi de ayakları yere sonuna kadar basan güçlü karakterlerin çıkıyor olması kitabı okurken fark edeceğiniz ilk şey olacak. Çocukluğunda yaşadığı travmalar ile bir kasabaya, binlerce insana umut olan bir kadın, tanık olduğu işkenceler sonrası başka bir insan olan bir asker, dini ve inancı sonuna dek sömüren bir para bababası, baba ilgisinden uzak hastalıklı bir çocuk...tecavüzler, homofobi, ırkçılık, din sömürüsü, eşitsizlik, uyuşturucu, silah bağımlılığı, evlilikte güven, terörizm korkusu ile güdülen Amerika....



Kubbe'nin Altında o kadar çok konuya, o kadar ağır bir şekilde eğiliyor ki, sürekli kendinizi birilerine ya lanet okurken, ya da düşüncelere dalmışken buluyorsunuz. Sanılanın aksine gerilimden çok bir dram olan roman, son sayfasına dek sizi diken üstünde tutmayı biliyor, ara arada yüreğinizle oynamaktan geri kalmıyor. Ancak Kubbe'nin Altında'nın tek bir hedefi var ve bu hedefi tam on ikiden vuruyor: Uyuşturmak! İster silahla, isterse madde ile isterse din ile. Uyuşturularak yönetilien çizgi altı halkın büyük bir kaos anında nasıl hareket ettiği, yüzünüze uyku tozu serpen Sandman'lerin ne kadar alçalabileceğini gösteriyor.

Sonlara doğru drama dozunu iyice artıran Kubbe'nin Altında, sayfa sayısına bakılmadan okunması gereken, bir şeyler söyleme gayretinde olan bir roman. Vakit ayırın derim.